17 Ekim 2012 Çarşamba

HAYATA TUTUNMA SANATI


HAYATA TUTUNMA SANATI


 

    Anlatacağım sevginin masallaşmış, kırık, bir o kadar da hazin yolculuğudur.  Hayata direnmek adına verilen destansı bir mücadelenin öyküsüdür. Sudiye Kasapçopur 1972 yılında İvriz Öğretmen Okulundan mezun olur. Küçük kardeşi Ekrem ile birlikte çıkar ilk öğretmenlik yolculuğuna. İlk görev yeri Seydişehir’in virane bir köyüdür.

 

    Altı ahır, üstü metruk bir ahşap eve yerleşirler. O yıllar köylerin yokluğu iliklerinde; ülkenin ise terörü yüreğinde hissettiği yıllardır. Bir ışık yakmak için ülkenin aydınlık günlerine, yüreği memleketin kalkınma sevdası ile çarpan Sudiye öğretmen, okulunun binlerce eğitim neferinden sadece biridir, köylere ilaç diye ışık diye gönderilen…

 


    Teyzesinin oğlu Mahmut Bey’le evleninceye kadar, köy şartlarının imkânsızlığını yenme adına, yılmadan, usanmadan başağa renk veren güneş misali, zorlukları kolaya çevirme aşkıyla yapar öğretmenliğini.Mutlu bir evliliğe takılan taçtır annelik.



 

    Tansiyon problemiyle zor geçen hamilelik sürecinin dokuzuncu ayında, kilim çırpmak isterken düşen tansiyonu, çeker onu boşluğa. Boşluğa verir karnında ki bebesini, önce yavrusunun tekmelerini sonra parmak uçlarında tebeşire şekil veren sinir uçlarını…

 


    Kırılıp bin parçaya ayrılmıştır başındaki annelik tacı, habersizce yatmaktadır… Düşme sonrası küçücük bir taş parçası, vücudun da büyük bir hasar bırakırken, kader de felçli yılların dekorunu kurmuştur Sudiye Öğretmenin yaşantısına. Bir daha ayaklarını ve ellerini kullanamayacak olmaktan daha çok yavrusunu kaybetmiş bir annenin hüznüyle bakar hastane duvarlarına.

 

    Denizin yakamozuna vurulmuş yorgun gemi gibidir limana çekilen.  Bedeninin kaleleri bir bir zapt edilirken, başkenti yüreği sokmaz çaresizlik askerlerini içeriye. Kalbi ve gözleri başlatır iç savaşını, beyni verir  emri! “Kurtuluş mücadelesi verenler asla kaybetmezler kaybedenlerin ise ölüden bir farkı olamaz.” Felek yanlış kapıyı çalmıştır. Çaresiz gözlere, çareyi anlatan Sudiye Öğretmenin yenilgiyi kabul etmek yoktur tabiatında. Ağrılar ok gibi saplanırken vücuduna, burçlara dikmek için yeniden alır bayrağı.


    İzmit Kuruçeşme de tekrar başlar öğretmenlik görevine. Her şeye rağmen, beş yıl boyunca sürdürür öğretmenliğini. Okula gelip gitmesinde yaşanan zorluklar sonunda noktalarken öğretmenlik hayatını, içinde yaşanan ayrılık hüznünün ateşini söndürmek adına alır önemli ve zor kararını; “Anne olacaktır”.

 

“Çocuk bakışlarında yürüyorum, karanlık yollarda,

Gözlerim benim ayaklarım.

Duyuyorum çocuk sesleri geliyor kulağıma,

Kalbimle yakıyorum şehrin tüm ışıklarını,

Anne özlemiyle tutunuyorum hayata,

Kalkıyorum düştüğüm balkonun altından,

Öğrencilerim gelmiş, onlar hiç terk etmedi beni!

Umut koymuşum hepsinin adını

Çocuk sesleriyle yüzdürüyorum gemileri

Dala tutulan serçe misali tutunuyorum hayata

Hissiz bedenime dokunuyor çocuk tekmesi,

“Hamileyim!”

Güneş misali bekliyorum doğumu, karanlığın ardında.

Felçli bedenime inat

Herkes den fazla hissediyorum yaşadığımı,

Bir çocuk sesi mi ne sessizliği bozan?

Herkesten fazla seviyorum hayatı,

Taze sabahları emziriyorum,

Göğsümde açıyor hayatın tüm renkleri,

Ben bir anneyim artık,

Kalkıyorum düştüğüm balkonun altından,

Yerde yatan ise çaresizlik!

Çoktan girmiş toprağın altına, eşim kaldırmış cenazesini

Kızımla geliyorlar ellerinde karanfiller

Karanfiller içinde ise şiir tadında bir hayat gizli,

Ümit koyuyoruz kızımın adını ümit…

Çünkü asla kaybetmediğimiz umutlarımız,

Yakamoza vurulmuş gemilerle getirmiş seni…”

 

   Felçli olmasına rağmen iki kız annesi olur Sudiye Öğretmen. Bakıcıları eğitirken, gözleriyle de kızlarını büyütür. Eşine az rastlanır bir hikâyedir bu Sudiye Öğretmenin hayata tutunma sanatını anlatan destansı öyküsü.

 

   Veda vakti gelmiş, ellerini öperken hayata tutunma sırrını soruyorum Sudiye Öğretmene. Kızı Şeyma ile göz göze geliyorlar. Eşsiz, eşinin adını söylüyor. 31 yıllık evliliğimiz süresince, bir gün bile bana yeter demeyen her türlü desteği veren eşi Mahmut Kasapçopur… Sonra ekliyor Sudiye Öğretmen asıl eşimin hikâyesini yazın…  Boşanmaların arttığı, nemli odalarda sıkça ihanetin yaşandığı, günümüzde koca yürekli bir adam. Anlatsak hikâyesini korkar kirli yüzler. Nazar değer güzel insana.

 

   Ve hala o insan yanındaysa ki yanında aşk ile tutuyor Eşinin ellerini. Sevgi kervanları geçiyor yamaçlarından umut fakirleri dolduruyor pınarlarından testilerini düş tacirleri utanıyor, onların gerçeklerinden. Anlat diyor hayallerimizin nur yüzlü dedesi, Mahmut’ u anlat.“Bizim anlatmamız ne ki.Varsın tanımasın onu, kem gözler.O, hikâyemizin gizli öznesi ”Sana nazar değmiş ona değmesin…Hayata tutunma sanatının ipleri var ellerinde belli ki…

 

   Ahmet, Süleyman ve ben veda ederken Sudiye Öğretmene, aslında karamsarlıklarımıza veda ediyoruz. Çoktan almışız hayata dair dersimizi. Sudiye öğretmenin kızı Şeyma uğurluyor bizi. Bir soruda ona soruyorum anne ve babasının mücadele sırrını? Tek kelimeyle özetliyor  “Onlar hayatı hep sevdi ve bize de sevdirdiler.”  Bize de diyorum içimden bize de…  

 

    Kapıdan çıkarken, hala metelik yok cebimizde, kredi kartına güvenip çıkmışız yola ama asla harcayamayacağımız yaşama sevinci var ceplerimizde…

 

    Kasapçopur ailesi zengin etmiş bizleri, hayatı doldurmuş ceplerimize. Laf aramızda en şanslısı da benim, yaza inat ceketle gitmişim, doldurmuşum ceplerimi. Rüzgâr, artık ne tarafa savurursan savur, yaşama sevinci dolmuş yüreğime. Hayata tutunma sanatını öğrendim bugün.

 


Ersal ÖZKAN – Öğretme’ nin Yolculuğu





 (Akrabamız Sudiye-Mahmut Kasapçopur çiftinin büyük kızı Ümit Kasapçopur Fidan bir hastalıktan 19 ocak 2013 günü Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Geriye gözü yaşlı bir eş ve henüz altı yaşında kızı Berra'yı bırakmıştır. Allah rahmet etsin. Bizleri cennette buluştursun inşallah... Celal )

 
 
 


----------------------------o-------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder