HAYATA TUTUNMA SANATI
Anlatacağım sevginin masallaşmış, kırık,
bir o kadar da hazin yolculuğudur.
Hayata direnmek adına verilen destansı bir mücadelenin öyküsüdür. Sudiye
Kasapçopur 1972 yılında İvriz Öğretmen Okulundan mezun olur. Küçük kardeşi
Ekrem ile birlikte çıkar ilk öğretmenlik yolculuğuna. İlk görev yeri
Seydişehir’in virane bir köyüdür.
Altı ahır, üstü metruk bir ahşap eve
yerleşirler. O yıllar köylerin yokluğu iliklerinde; ülkenin ise terörü
yüreğinde hissettiği yıllardır. Bir ışık yakmak için ülkenin aydınlık
günlerine, yüreği memleketin kalkınma sevdası ile çarpan Sudiye öğretmen,
okulunun binlerce eğitim neferinden sadece biridir, köylere ilaç diye ışık diye
gönderilen…
Tansiyon problemiyle zor geçen hamilelik
sürecinin dokuzuncu ayında, kilim çırpmak isterken düşen tansiyonu, çeker onu
boşluğa. Boşluğa verir karnında ki bebesini, önce yavrusunun tekmelerini sonra
parmak uçlarında tebeşire şekil veren sinir uçlarını…
Kırılıp bin parçaya ayrılmıştır başındaki
annelik tacı, habersizce yatmaktadır… Düşme sonrası küçücük bir taş parçası,
vücudun da büyük bir hasar bırakırken, kader de felçli yılların dekorunu
kurmuştur Sudiye Öğretmenin yaşantısına. Bir daha ayaklarını ve ellerini kullanamayacak
olmaktan daha çok yavrusunu kaybetmiş bir annenin hüznüyle bakar hastane
duvarlarına.
Denizin yakamozuna vurulmuş yorgun gemi
gibidir limana çekilen. Bedeninin
kaleleri bir bir zapt edilirken, başkenti yüreği sokmaz çaresizlik askerlerini
içeriye. Kalbi ve gözleri başlatır iç savaşını, beyni verir emri! “Kurtuluş mücadelesi verenler asla
kaybetmezler kaybedenlerin ise ölüden bir farkı olamaz.” Felek yanlış kapıyı
çalmıştır. Çaresiz gözlere, çareyi anlatan Sudiye Öğretmenin yenilgiyi kabul
etmek yoktur tabiatında. Ağrılar ok gibi saplanırken vücuduna, burçlara dikmek
için yeniden alır bayrağı.
İzmit Kuruçeşme de tekrar başlar
öğretmenlik görevine. Her şeye rağmen, beş yıl boyunca sürdürür öğretmenliğini.
Okula gelip gitmesinde yaşanan zorluklar sonunda noktalarken öğretmenlik
hayatını, içinde yaşanan ayrılık hüznünün ateşini söndürmek adına alır önemli
ve zor kararını; “Anne olacaktır”.
“Çocuk bakışlarında
yürüyorum, karanlık yollarda,
Gözlerim benim
ayaklarım.
Duyuyorum çocuk sesleri
geliyor kulağıma,
Kalbimle yakıyorum
şehrin tüm ışıklarını,
Anne özlemiyle
tutunuyorum hayata,
Kalkıyorum düştüğüm
balkonun altından,
Öğrencilerim gelmiş,
onlar hiç terk etmedi beni!
Umut koymuşum hepsinin
adını
Çocuk sesleriyle
yüzdürüyorum gemileri
Dala tutulan serçe
misali tutunuyorum hayata
Hissiz bedenime
dokunuyor çocuk tekmesi,
“Hamileyim!”
Güneş misali bekliyorum
doğumu, karanlığın ardında.
Felçli bedenime inat
Herkes den fazla
hissediyorum yaşadığımı,
Bir çocuk sesi mi ne
sessizliği bozan?
Herkesten fazla
seviyorum hayatı,
Taze sabahları
emziriyorum,
Göğsümde açıyor hayatın
tüm renkleri,
Ben bir anneyim artık,
Kalkıyorum düştüğüm
balkonun altından,
Yerde yatan ise
çaresizlik!
Çoktan girmiş toprağın
altına, eşim kaldırmış cenazesini
Kızımla geliyorlar ellerinde
karanfiller
Karanfiller içinde ise
şiir tadında bir hayat gizli,
Ümit koyuyoruz kızımın
adını ümit…
Çünkü asla
kaybetmediğimiz umutlarımız,
Yakamoza vurulmuş
gemilerle getirmiş seni…”
Felçli olmasına rağmen iki kız annesi olur
Sudiye Öğretmen. Bakıcıları eğitirken, gözleriyle de kızlarını büyütür. Eşine
az rastlanır bir hikâyedir bu Sudiye Öğretmenin hayata tutunma sanatını anlatan
destansı öyküsü.
Veda vakti gelmiş, ellerini öperken hayata
tutunma sırrını soruyorum Sudiye Öğretmene. Kızı Şeyma ile göz göze geliyorlar.
Eşsiz, eşinin adını söylüyor. 31 yıllık evliliğimiz süresince, bir gün bile
bana yeter demeyen her türlü desteği veren eşi Mahmut Kasapçopur… Sonra ekliyor
Sudiye Öğretmen asıl eşimin hikâyesini yazın…
Boşanmaların arttığı, nemli odalarda sıkça ihanetin yaşandığı, günümüzde
koca yürekli bir adam. Anlatsak hikâyesini korkar kirli yüzler. Nazar değer
güzel insana.
Ve hala o insan yanındaysa ki yanında aşk
ile tutuyor Eşinin ellerini. Sevgi kervanları geçiyor yamaçlarından umut
fakirleri dolduruyor pınarlarından testilerini düş tacirleri utanıyor, onların
gerçeklerinden. Anlat diyor hayallerimizin nur yüzlü dedesi, Mahmut’ u
anlat.“Bizim anlatmamız ne ki.Varsın tanımasın onu, kem gözler.O, hikâyemizin
gizli öznesi ”Sana nazar değmiş ona değmesin…Hayata tutunma sanatının ipleri
var ellerinde belli ki…
Ahmet, Süleyman ve ben veda ederken Sudiye
Öğretmene, aslında karamsarlıklarımıza veda ediyoruz. Çoktan almışız hayata
dair dersimizi. Sudiye öğretmenin kızı Şeyma uğurluyor bizi. Bir soruda ona
soruyorum anne ve babasının mücadele sırrını? Tek kelimeyle özetliyor “Onlar hayatı hep sevdi ve bize de
sevdirdiler.” Bize de diyorum içimden
bize de…
Kapıdan çıkarken, hala metelik yok
cebimizde, kredi kartına güvenip çıkmışız yola ama asla harcayamayacağımız
yaşama sevinci var ceplerimizde…
Kasapçopur ailesi zengin etmiş bizleri,
hayatı doldurmuş ceplerimize. Laf aramızda en şanslısı da benim, yaza inat
ceketle gitmişim, doldurmuşum ceplerimi. Rüzgâr, artık ne tarafa savurursan
savur, yaşama sevinci dolmuş yüreğime. Hayata tutunma sanatını öğrendim bugün.
Ersal ÖZKAN – Öğretme’ nin Yolculuğu
----------------------------o-------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder